ÖZ
Çocuklarda bilişsel, sosyal, duygusal ve fiziksel gelişim açısından kritik öneme sahip olan erken çocukluk döneminin geliştiren bakım kapsamı bileşenleri ile desteklenmesinin, gelecek nesillerin huzur ve refah seviyelerini artıracağı düşünülmektedir. Ülkemizde bu bağlamda yapılan uygulamaların yanı sıra, sağlık pratiğimize eklememiz gereken uygulamalara da ihtiyaç vardır. Derlemenin amacı güncel bilgiler ışığında geliştiren bakımın kapsamından ve ülkemizdeki geliştiren bakım uygulamalarından bahsetmek ve kapsamı daha ileriye taşımak için öneriler sunmaktır.
GİRİŞ
Çocukların yaşamın ilk sekiz yılını kapsayan erken çocukluk dönemi, bilişsel, sosyal, duygusal ve fiziksel gelişimin temel taşlarını oluşturur. Bu kritik dönemde çocukların gelişimi, yoksulluk, beslenme güvensizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, şiddet, çevresel zararlı maddeler ve ebeveynlerin veya bakım verenlerin ruh sağlığı gibi pek çok faktörden etkilenmektedir1. Gebelik sürecinden başlayarak bu risk faktörlerinin erken çocukluk gelişimi üzerinde önemli etkileri olduğu bilinmektedir. Küresel ölçekte yapılan çalışmalar, 5 yaş altındaki en az 250 milyon çocuğun gelişim potansiyeline ulaşamama tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır2. Bu durumu ele almak amacıyla, DSÖ, UNICEF ve diğer ortak kuruluşlar tarafından, çocukların yaşamda sağlıklı bir şekilde var olmasını, büyümesini ve tüm potansiyellerini gerçekleştirebilmesini sağlayacak bir model geliştirilmiştir3. Bu kapsam, 2018 yılının Mayıs ayında Cenevre’de düzenlenen 71. Dünya Sağlık Konseyi toplantısında tanıtılmıştır4. Bu çalışmada, geliştiren bakım kavramı ve bileşenleri ele alınarak, Türkiye’deki geliştiren bakım uygulamaları incelenmiş ve bu uygulamaların geliştirilmesi için öneriler sunulması amaçlanmıştır.
Geliştiren Bakımın Kapsamı
Erken çocukluk dönemi, bireyin yaşam boyu sağlığı, refahı, öğrenme becerileri ve üretkenliği açısından temel bir rol oynamaktadır. Bu dönemde çocukların sağlıklı büyüme ve gelişimini desteklemek için ebeveynlerin veya bakım verenlerin geliştiren bakım çerçevesinde desteklenmesi gereklidir2. Geliştiren bakım, sağlık, yeterli beslenme, duyarlı bakım, erken öğrenme fırsatları ve güvenlik olmak üzere beş temel bileşenden oluşur3. Bu kapsamda gebelik döneminden başlayarak, yaşamın özellikle ilk üç yılında çocuk odaklı ve aile merkezli bir yaklaşım benimsenmelidir5. Çocukların gelişimsel gereksinimlerini karşılamak amacıyla UNICEF ve diğer paydaşlar, geliştiren bakım göstergelerini belirlemiştir. Bu göstergeler, ülkelerin erken çocukluk dönemi gelişim verilerinin takibini sağlamak amacıyla 2018 yılından itibaren 197 ülkede uygulanmakta ve 42 gösterge üzerinden değerlendirilmektedir. Geliştiren bakım kapsamındaki bu göstergeler arasında şunlar yer almaktadır: Demografi (ülke nüfusu, beş yaş altı çocuk nüfusu, yıllık doğum sayısı, beş yaş altı ölüm oranı), çocuk gelişimini tehdit eden faktörler (çocuk yoksulluğu, bodurluk oranı, düşük doğum ağırlığı, preterm doğumlar, anne ölüm oranı, ergen gebelik oranı, şiddet ve ihmal gibi olumsuzluklar) ve risk altındaki çocukların oranı (cinsiyet ve yerleşim yerine göre risk dağılımları). Ayrıca, gelişimsel açıdan risk altındaki çocukların büyüme açığının ekonomik maliyeti, erken çocukluk gelişim indeksi ve işlevsel sorunları olan çocuklar da değerlendirme kriterleri arasındadır. Sağlık, beslenme, erken öğrenme, duyarlı bakım ve güvenlik gibi alt bileşenlere dair göstergeler ise ulusal ve küresel düzeyde takip edilmektedir6.
Sağlık
Çocukların fiziksel ve duygusal sağlıklarının düzenli olarak izlenmesi, günlük ihtiyaçlarına sevgiyle ve uygun bir şekilde yanıt verilmesi, ev ve çevresel tehlikelerden korunması ebeveynlerin veya bakım verenlerin öncelikli sorumlulukları arasındadır. Hijyen uygulamaları ile enfeksiyon riskinin en aza indirilmesi, koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanılması ve hastalık durumlarında çocukların zamanında tedavi edilmesi büyük önem taşır. Geliştiren bakım yaklaşımı, yalnızca çocukların değil, ebeveynlerin veya bakım verenlerin sağlığını ve refahını da desteklemeyi amaçlar3.
Yeterli Beslenme
Anne adayının gebelik sürecindeki beslenmesi, yalnızca kendi sağlığı için değil, gelişmekte olan bebeğin büyümesi ve beslenmesi için de kritik bir role sahiptir. Doğumdan itibaren ilk altı ay boyunca yalnızca anne sütüyle beslenme, ten tene temasla desteklenerek sağlanmalıdır. Altıncı aydan sonra ise anne sütüne ek olarak çocuğun yaşına uygun, dengeli ve çeşitli tamamlayıcı gıdalarla duyarlı bir beslenme süreci gereklidir. Geliştiren bakımın temel bileşenlerinden biri olan yeterli beslenme hem çocuğun hem de ailenin besin güvenliği ile doğrudan ilişkilidir3.
Duyarlı Bakım
Duyarlı bakım, çocukların jestleri, sesleri, hareketleri ve diğer iletişim sinyallerinin dikkatlice gözlemlenmesini ve onlara uygun şekilde yanıt verilmesini içerir. Bu anlayış, çocukların temel ihtiyaçlarını anlamayı ve karşılamayı kolaylaştırır. Aynı zamanda duyarlı beslenmeyi de içeren bu yaklaşım, çocukların sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişmelerini destekler3.
Erken Öğrenme Olanakları
Çocukların, sevgi dolu ve güvenli bir aile ortamında, günlük yaşam aktiviteleri ve kişiler arası etkileşimler ile öğrenme fırsatlarına erişmesi büyük önem taşır. Bu tür rehberlik ve karşılıklı etkileşimler, çocukların sosyal beceriler geliştirmesi ve başkalarıyla olan ilişkilerini anlaması için gereklidir. Erken öğrenme olanakları, çocukların bilişsel ve sosyal gelişimlerini destekleyen temel bileşenlerden biridir3.
Güvenlik
Çocuklar fiziksel yaralanmalara, çevresel tehlikelere ve duygusal strese karşı oldukça savunmasızdır. Geliştiren bakımın bir diğer önemli unsuru olan güvenlik, çocukların kendilerini emniyette hissetmelerini sağlayacak fiziksel ve duygusal koruma mekanizmalarını içermektedir. Bu yaklaşım, çocukların sağlıklı bir şekilde büyümesini ve gelişmesini desteklemek için kritik öneme sahiptir3.
Türkiye’de Geliştiren Bakım Uygulamaları
Türkiye’de, erken çocukluk gelişimine yönelik politikalar kapsamında Çocuk Gelişimi ve Eğitimciler Derneği ile UNICEF’in iş birliğiyle “Erken Çocukluk Gelişim Politikaları Projesi” hayata geçirilmiştir. Bu projenin bir çıktısı olarak Erken Çocukluk Gelişim Platformu oluşturulmuş ve bu platformda erken çocukluk gelişimini desteklemek amacıyla faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum kuruluşları bir araya getirilmiştir5. Türkiye’de geliştiren bakım göstergelerine ilişkin 2023 verileri aşağıdaki gibi özetlenmiştir:
Türkiye’nin nüfusu 85.341.241 olup, yıllık doğum sayısı 1.236.900’dür. Beş yaş altı çocuk sayısı toplam nüfusun %8’ine denk gelen 6.421.178 olarak hesaplanmıştır. Beş yaş altı ölüm oranı ise binde 9’dur. Anne ölüm oranı her 100.000 doğumda 17 olarak kaydedilmiştir. Düşük doğum ağırlığı oranı %13, preterm doğum oranı %12, beş yaş altı bodurluk oranı %6 olarak belirlenmiştir. Çocuk yoksulluğuna dair veri bulunmazken, şiddet ve disiplin yöntemi olarak ihmal oranı %6’dır. Gelişimsel risk taşıyan küçük çocukların oranı 2005 yılında %18, 2010’da %15 ve 2015’te %4 olarak kaydedilmiş, bu oran yıllar içinde azalmıştır. Yerleşim ve cinsiyete göre riskler kategorilerinde yeterli veri bulunmamaktadır. Erken çocukluk dönemi büyüme açığının, bireyin erişkinlikteki yıllık gelir kaybına etkisinin %48 olduğu tahmin edilmektedir. Ancak, işlevsel sorunları olan çocuklara ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. Öte yandan, 36-59 aylık çocukların %74’ü gelişimsel açıdan normal olarak değerlendirilmiştir7.
Türkiye’de pnömoni şüphesiyle sağlık kuruluşlarına başvuran çocukların oranı %45’tir. Gebelik sürecinde dört veya daha fazla antenatal bakım alanların oranı %90, doğum sonrası bakım hizmetlerinden yararlananların oranı ise %79’dur. İnsan bağışıklık yetmezliği virüsü tedavisi gören gebelerle ilgili veri bulunmamaktadır (sağlık). Bebeklerin %71’i doğumdan hemen sonra emzirilmeye başlanırken, ilk altı ay yalnızca anne sütü ile beslenenlerin oranı %41’dir. Minimum kabul edilebilir diyet hakkında veri bulunmamaktadır (beslenme). Çocukların %65’i evde erken öğrenme fırsatlarıyla desteklenirken, oyuncak sahibi olanların oranı %76, kitap sahibi olanların oranı ise %29’dur. Okul öncesi eğitime katılım oranına dair bilgi mevcut değildir (erken öğrenme olanakları). Doğum kaydı oranı %98, temel içme suyuna erişim %97 ve temel sanitasyon oranı %99’un üzerindedir. Pozitif disiplin uygulamalarıyla ilgili veri bulunmamaktadır (güvenlik). Ebeveyn desteği, ruh sağlığı, toplum bilgilendirme ve çocuk gündüz bakım hizmetlerinin kalitesine ilişkin yeterli veri bulunmamaktadır (duyarlı bakım)7.
Türkiye’de ücretli annelik izni 14-18 hafta arasında değişirken, babalık izni daha kısadır. Anne sütü muadillerinin pazarlanmasına yönelik yasa kısmen uygulanmaktadır. Ulusal asgari ücret bulunmakla birlikte, çocuk ve aileye yönelik sosyal koruma politikaları sınırlıdır. Uluslararası Sözleşmeler: Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Engelli Hakları Sözleşmesi ve Çocukların Korunması ile Ülkelerarası Evlat Edinme Konusunda İş Birliği Sözleşmesi’ne taraftır7.
Sağlık
Türkiye’de gebe kadınların sağlıklı bir hamilelik dönemi geçirmesi ve yenidoğan bebeklerine daha bilinçli bakım sağlayabilmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı, 2 Ekim 2018 tarihinde yayımladığı Genelge (2018/23) ile kamu ve özel hastanelerde “Gebe Okulları” uygulaması başlatılmıştır. Bu okullarda dört hafta süren eğitimler, uzman sağlık görevlileri tarafından verilmektedir. Eğitim kapsamında; gebelik fizyolojisi, gebelikte beslenme, doğum hazırlığı, doğum çeşitleri, gebelik egzersizleri, nefes farkındalığı, gebelikte ağrıyla baş etme yöntemleri, yenidoğan bakımı, anne sütünün önemi, emzirme teknikleri, lohusalık ve aile planlaması gibi konular ele alınmaktadır8. Yapılan bir araştırma, gebe okullarının etkili olduğunu ve katılımcı kadınların eğitim seviyesi, gelir düzeyi ya da çalışma durumu fark etmeksizin sezaryen doğum oranlarının kontrol gruplarına kıyasla daha düşük olduğunu göstermiştir9. Bu bağlamda, gebe okulları, DSÖ doğum öncesi bakım ve eğitim standartları ile önerilen sezaryen oranlarına ulaşılması açısından önemli bir araç olarak değerlendirilmektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan “Doğum Öncesi ve Sonrası Yönetim Rehberi” doğrultusunda, gebelerin en az dört kez nitelikli bir şekilde izlenmesi ve doğum sonrası bakımın hem hastanede hem de evde yapılması hedeflenmiştir. Bu süreçte, lohusa izleme sıklığı hastane sonrası üç kez ev ziyaretini içermektedir. Ayrıca, doğumların hastanede gerçekleşmesi ve gerekirse stabilize edilen hastaların bir üst düzey hastaneye sevki sağlanmaktadır10. Gebelik öncesinde ve sırasında, aile sağlığı merkezlerinde kadınlar maternal enfeksiyonlar, tiroid hastalıkları, gestasyonel diyabet, preeklampsi, eklampsi, anemi, asemptomatik bakteriüri gibi sorunlar açısından taranmaktadır. Bunun yanı sıra, kadınlara ücretsiz difteri-tetanoz aşısı yapılmakta ve demir, D vitamini ile folik asit desteği sağlanmaktadır. Ancak, difteri, tetanoz ve boğmaca (Tdab) aşısının da gebelere ücretsiz olarak sunulması gerektiği önerilmektedir. Özellikle boğmaca enfeksiyonunun küçük bebeklerde ciddi solunum sıkıntılarına yol açabildiği göz önüne alındığında, Tdab aşısı gebeliğin 27-36. haftaları arasında uygulandığında hem anneye hem de bebeğe pasif bağışıklık sağlamaktadır11. Çocukların büyüme ve gelişimlerinin doğumdan itibaren düzenli olarak izlenmesi, koruyucu önlemlerin alınması açısından büyük önem taşır. Bu kapsamda, Sağlık Bakanlığı’nın bebek, çocuk ve ergen izlem rehberinde her yaş grubuna özel tarama, muayene ve aşılamalar detaylı bir şekilde belirtilmiştir. Bu rehber, çocuk sağlığını koruma ve aileleri bu konuda bilinçlendirme ve yetkin duruma getirme hedefini taşımaktadır12. Tarama muayeneleri, çocuklarda fiziksel, duygusal, gelişimsel ve davranışsal sorunların erken teşhis edilmesi için bir fırsat sunar. Bu tür müdahaleler, erişkinlik dönemine taşınan hastalık yükünü azaltabilir13. Türkiye’de, özel gereksinimi olan çocuklar için 2019 yılında yayımlanan “Çocuklar İçin Özel Gereksinim Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik”, damgalayıcı olmayan ve bütüncül bir yaklaşımı benimsemiştir. Çocuklar için Özel Gereksinim Raporu, riskli bebeklerin ve gelişimsel gerilik gösteren çocukların erken müdahale hizmetlerinden yararlanmasını sağlamayı hedeflemektedir14.
Beslenme
Gebelik öncesinden başlayarak, gebelik ve emzirme sürecinde annenin beslenme alışkanlıkları yalnızca annenin sağlığı üzerinde değil, aynı zamanda bebeğin gelişimi üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Son yıllarda bu süreçlerin, çocuğun uzun vadede obezite, diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar gibi sağlık sorunlarına yatkınlığını belirlediği ve “uzun dönem sağlığın erken metabolik programlanması” olarak adlandırılan bir yaklaşımı ortaya koyduğu vurgulanmaktadır15. Bu nedenle, birinci basamak sağlık hizmetlerinde kadınların besin gereksinimlerinin doğru bir şekilde belirlenmesi ve her izlemde bu gereksinimlerin değerlendirilmesi önemlidir. Ayrıca, mikro besin eksikliklerinin tespit edilip gerekli desteklerin sağlanması önerilmektedir.
DSÖ, bebeklerin yaşamlarının ilk altı ayında yalnızca anne sütüyle beslenmesini ve anne sütü ile beslenmenin en az iki yaşına kadar devam etmesini tavsiye etmektedir16. Özellikle doğumdan sonraki ilk yarım saat içinde emzirmenin başlatılması, annenin sütüne olan güveni artırırken süt üretimini ve salgısını destekleyen refleksleri de güçlendirir. Bu süreçte anne ve bebeğin bir arada kalması, emzirmenin sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahiptir17. Türkiye’de anne sütü ile beslenme oranlarını artırmak amacıyla 1991 yılında “Emzirme Danışmanlığı” ve “Bebek Dostu Hastaneler” programları başlatılmıştır. Bu programlara ek olarak “Anne Destek Grupları”, “Anneden Anneye Destek Grupları”, “Bebek Dostu İl”, “Altın Bebek Dostu İller”, “Bebek Dostu Aile Hekimliği” ve “Bebek Dostu İşyeri” gibi uygulamalar geliştirilmiştir. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde kanguru bakımına verilen önemin artmasıyla, “Bebek Dostu Yenidoğan Yoğun Bakım Merkezleri” hayata geçirilmiştir. Çalışan annelere yönelik, çocuk bir yaşına gelene kadar günlük 1,5 saatlik emzirme izni sağlanması, doğum sonrası ücretli izin süresinin çocuğun iki yaşına kadar uzatılması gibi politikalarla emzirme oranlarının daha da artırılması mümkündür. Ayrıca, “Anne Sütü Muadillerinin Pazarlanmasıyla İlgili Uluslararası Yasa” düzenlemelerinin eksiksiz uygulanması ve mama reklamlarının denetlenmesi gerekmektedir18.
Altıncı aydan itibaren anne sütü bebeğin tüm besin gereksinimlerini karşılamadığı için tamamlayıcı beslenme başlatılmalıdır. Bu süreçte bebeğin yaşına uygun besinleri seçilmesi, güvenli hazırlanması ve uygun şekilde saklanması önemlidir. Tamamlayıcı besinlerin püre, pürtüklü ve katı kıvamlar gibi aşamalı geçişler ile sunulması gereklidir. Ayrıca öğün sıklığı, enerji yoğunluğu, vitamin-mineral desteği ve hastalık sırasında emzirmenin sürdürülmesi gibi unsurlar dikkate alınmalıdır19. Altı-12 aylık bebeklerin tamamlayıcı besin ile beslenme uygulamalarının değerlendirildiği bir çalışmada, annelerin bebek beslenmesi konusundaki eksikliklerinin önlenmesinde annelerin eğitim düzeyleri göz önüne alınarak bireysel, uygulamalı ve annelerin soru ve sorunlarına çözüm getirecek nitelikte yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Türkiye’de “Bebek Dostu Tamamlayıcı Beslenme” uygulaması, birinci basamak sağlık hizmetleri başta olmak üzere yaygınlaştırılmalıdır20.
Obezitenin önlenmesi amacıyla, Sağlık Bakanlığı ve diğer sektörlerin iş birliği ile “Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı (2010-2014)” başlatılmış ve bu program DSÖ değerlendirmesi sonucunda 2018-2023 yılları arasında güncellenmiştir. Program, çocuklarda sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılmasını ve fiziksel aktiviteye teşvik edilmesini hedefleyen çeşitli stratejiler içermektedir21. Ayrıca, hiperlipidemi taramalarının iki yaşından itibaren risk grubundaki tüm çocuklara uygulanması önerilmektedir12.
Erken Öğrenme
Yaşamın ilk yıllarında çevresel uyaranların yetersizliği ve öğrenme fırsatlarının sınırlı olması, çocuğun hem duygusal hem de fiziksel gelişiminde aksaklıklara yol açabilir. Bu eksiklikler, dil, bilişsel, motor, sosyal ve duygusal alanlarda gelişim gecikmelerine sebep olabileceği gibi davranışsal sorunların da temelini oluşturabilir22.
Bebeklerle düzenli olarak kitap okuma etkinlikleri; dil gelişimi, sosyal-duygusal beceriler, erken okuma-yazma yetenekleri, ebeveyn-çocuk iletişimi ve ev ortamının niteliği üzerinde olumlu etkiler yaratır. Bu nedenle, çocuk sağlığı izlemleri sırasında ailelere erken dönemde ve düzenli kitap okuma önerilerinde bulunulmalıdır23.
Çocukların öğrenmesinde en etkili yöntemlerden biri, duyusal algıyı destekleyen araçların kullanılmasıdır. Özellikle yaşına uygun, iyi tasarlanmış ve erişilebilir oyuncaklar, çocukların gelişim sürecine önemli katkılar sağlar. Ucuz ama işlevsel oyuncaklar, pahalı ancak yetersiz işlevselliğe sahip olanlardan daha fazla fayda sağlayabilir24. Çocuğun bakımını üstlenen kişilerin çocukla oynayarak iletişim kurması, oyun saatlerini eğitim ve eğlenceye dönüştürmesi büyük önem taşır. Oyun, çocuğun günlük hayatta ihtiyaç duyacağı becerileri kazanmasını, temel kurallar ve davranış alışkanlıkları geliştirmesini destekler. Ayrıca, stresle başa çıkmasına da yardımcı olabilir25. Ünlü oyun terapisti Garry Landreth’in belirttiği gibi, “Oyun çocuğun dili, oyuncaklar ise onun kelimeleridir”26.
Sosyo-ekonomik eşitsizliklerden bağımsız olarak tüm çocukların faydalanabileceği oyuncak kütüphaneleri, küçük çocuklara ve ailelerine destek veren, danışmanlık sağlayan, oyun hakkında bilgi sunan, eğitim materyalleri ve oyuncaklar içeren kaynak merkezlerdir. Bu kütüphaneler, ödünç oyuncak verme sistemiyle çalışır ve çocukların gelişimine uygun materyaller sunar27. Türkiye’deki mevcut oyuncak kütüphanelerinin yaygınlaştırılması, özellikle dezavantajlı çocuklara erken öğrenme fırsatları yaratmak ve geliştiren bakım hizmetlerini güçlendirmek için önemli bir adım olacaktır28, 29.
Okul öncesi dönem, beynin gelişim hızı ve sinaptik bağlantıların kurulma yoğunluğu açısından kritik bir süreçtir. Bu süreçte, çevresel faktörlere karşı beyin en duyarlı halindedir. Çocuğun gelişimi, zengin bilişsel uyarıcılar, kaliteli dil deneyimleri ve olumlu sosyal-duygusal etkileşimlerle desteklenmelidir. Nitelikli bir okul öncesi eğitim, çocuğun bağımsızlık duygusunu geliştirir ve öğrenmeye karşı olumlu bir tutum oluşturur. Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı yönetmeliklerine göre 0-36 aylık çocukların bakımı ve eğitimi kreşlerde, 36-72 aylık çocukların eğitimi ise anaokullarında gerçekleştirilmektedir30. Ancak, Türkiye’de genellikle yüksek gelirli ailelerin çocukları okul öncesi eğitime katılabilirken, daha düşük gelirli ailelerden gelen, annesi daha az eğitimli ve çok kardeşi olan çocuklar doğrudan ilköğretime başlamaktadır31. Bu tür eşitsizliklerin önlenmesi için kamu politikaları oluşturulmalı ve dezavantajlı çocukların eğitim fırsatlarına yaşıtları ile eşit bir şekilde erişimi sağlanmalıdır.
Güvenlik
Türkiye’de doğan her çocuğun, doğum tarihinden itibaren otuz gün içinde nüfus müdürlüğüne bildirilmesi zorunludur. Doğum bildirimi, resmi bir belge ile yapılmaktadır. Evlilik içinde doğan çocuklar, babalarının nüfusta kayıtlı oldukları haneye baba soyadıyla kaydedilirken, evlilik dışı doğumlarda çocuk, annenin bekârlık soyadı ile kaydedilir. Babalık tanıma veya mahkeme kararıyla belirlendiğinde, çocuk baba soyadıyla tescil edilir32.
Dünya genelinde, güvenli olmayan içme suyu, kötü hijyen koşulları, hava kirliliği, ishal gibi bulaşıcı hastalıklar ve kirli besin tüketimi çocuk sağlığını olumsuz etkileyen geleneksel çevresel tehditler arasında yer almaktadır. Özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde sanayileşme, çarpık kentleşme ve toksik kimyasalların çevrede birikmesi gibi modern riskler bu tehditleri daha da artırmaktadır33. Bu bağlamda, tüm çocukların temiz hava soluduğu, güvenli su ve besin tüketebildiği, hijyen uygulamalarının olduğu bir ev ve okul ortamına erişimi sağlanmalıdır. Ayrıca, hem kentsel hem de kırsal alanlarda güvenli aile ve oyun alanları oluşturulmalıdır3.
Olağanüstü durumlar, örneğin doğal afetler, savaşlar, çevre kirliliği veya teknolojik kazalar, çocukların bakımı açısından özel önlemler gerektirir. Bu tür durumlarda, kimsesiz kalan çocukların listelerinin çıkarılması ve ilgili birimlere bildirilmesi gerekmektedir. Çocuklara kimlik bilgilerini içeren kol bantları takılarak güvenlik önlemleri artırılabilir. Ayrıca, aileler bu durumlarda çocuk güvenliği konusunda bilgilendirilmelidir34.
Çocuklara yönelik kötü muamele; fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet, ihmal veya istismar şeklinde ortaya çıkabilir. Çoğu durumda bu tür muamele, ebeveynler, bakıcılar ya da otorite figürleri tarafından uygulanmakta ve ev, okul veya bakım kuruluşlarında gerçekleşmektedir. Kötü muamele, çocukların zihinsel ve fiziksel sağlığı, sosyal hayatı ve eğitim performansı üzerinde uzun vadeli olumsuz etkiler bırakabilir34. Çocuk sağlığı izlemleri sırasında, çocuk ve ailesi kötü muamele açısından değerlendirilmelidir.
Bazı durumlarda çocuklar, ölüm, hastalık, boşanma ya da terk gibi nedenlerle korunmaya ve bakıma muhtaç hale gelebilmektedir. Türkiye’de 24 Mayıs 1983 tarihli ve 2828 sayılı “Sosyal Hizmetler Kanunu”, korunmaya muhtaç çocuklara yönelik kurum bakımı, koruyucu aile ve evlat edinme hizmetleri sunmaktadır35.
Duyarlı Bakım
Doğumdan hemen sonra anne ile bebeğin ten tene teması, düşük doğum ağırlıklı bebekler için kanguru bakımı gibi uygulamalar, duyarlı bakımın önemli bir parçasıdır3. Yapılan sistematik bir derleme, yenidoğanlarda erken dönemde başlatılan ten tene temasın, emzirme sürecini hızlandırdığını, hipotermi sıklığını azalttığını ve bebeğin dış dünyaya uyumunu kolaylaştırdığını göstermektedir. Ayrıca, annenin sağlığı üzerinde de doğumun üçüncü evresinin kısalması, doğum sonrası kanama riskinin azalması ve ağrı algısının düşmesi gibi olumlu etkiler gözlenmiştir. Bu uygulama, anne ile bebeğin bağlanmasını güçlendirdiği gibi, maternal stres, anksiyete ve depresyon oranlarını da düşürmektedir36.
Duyarlı beslenme, ebeveynin ya da bakım veren kişinin çocuğun ihtiyaçlarına duyarlı olduğu bir beslenme tarzını ifade eder. Geliştiren bakım çerçevesinde duyarlı beslenme sağlanırken, bebeğin kendi isteğiyle memeden ayrılması beklenmeli, altıncı aydan itibaren beslenme alışkanlıkları kitap okuma ile birleştirilerek kazandırılmalıdır. Ayrıca, küçük çocukların kendilerini beslemeleri için cesaretlendirilmesi, açlık ve tokluk sinyallerine dikkat edilmesi önemlidir. Yemek saatlerinin hem öğrenme hem de sevgi paylaşımı için bir fırsat olduğu unutulmamalıdır. Bu süreçte çocukla göz teması kurmak, duygusal bağları güçlendirebilir37.
Ekran süresi, televizyon, bilgisayar, akıllı telefon veya tablet gibi cihazlarda geçirilen zamanı ifade eder. DSÖ ve Kanada Pediatri Derneği, iki yaş altındaki çocuklarda ekran maruziyetini önermemekte, Amerikan Pediatri Akademisi ise bu sınırı 18 ay olarak belirlemektedir. Daha büyük çocuklar için ise ekran sürelerinin sınırlı ve yaşa uygun olması gerektiği belirtilmiştir38, 39. Aşırı ekran kullanımı çocuklarda kas-iskelet sistemi rahatsızlıkları, yeme bozuklukları, görme problemleri, uyku düzensizlikleri, anksiyete ve depresyon gibi sorunlara yol açabilir. Aynı zamanda, dikkat eksikliği, hiperaktivite ve gelişim gerilikleri gibi olumsuz etkiler de görülmektedir40.
Arka planda ekran maruziyeti bile çocukların dil ve bilişsel gelişimi üzerinde olumsuz etkiler bırakabilir. Bu durum, yürütücü işlev becerilerinde gerilemeye neden olabilir41. “Teknoferans” olarak adlandırılan, teknolojik cihazların ebeveyn ve çocuk arasındaki iletişimi kesintiye uğrattığı durumlar da ebeveynlik süreçlerinde olumsuzluklara yol açmaktadır42. Yapılan bir çalışmada, üç yaş altındaki çocukları olan anneler, teknolojik cihazların çocuklarıyla olan etkileşimlerini oyun, kitap okuma ve yemek zamanlarında olumsuz etkilediğini bildirmişlerdir43.
Ekran sürelerini azaltmak için, ebeveynlerin ekran maruziyetinin olumsuz etkileri konusunda farkındalıklarının artırılması gereklidir. Ayrıca, aile temelli yaklaşımlarla kitap okuma, oyun oynama gibi etkinlikler teşvik edilmelidir. Bu müdahaleler başarılı sonuçlar sağlamaktadır44. Sağlık çalışanları, çocuk sağlığı izlemeleri sırasında ekran maruziyeti ve teknoferans ile ilgili ailelere danışmanlık yapmalıdır.