ÖZ
Amaç
Huzursuz bacak sendromu (RLS), genellikle akşam saatlerinde ortaya çıkan; uyuşma, karıncalanma, yanma veya ağrı gibi rahatsız edici hislerle karakterize, bireyi bacaklarını hareket ettirmeye zorlayan bir nörolojik hastalıktır. Bu çalışmanın amacı, hastanelerde görev yapan hemşirelerde RLS prevalansını belirlemek ve hastalığın sağlık sorunları, semptomlar ve yaşam kalitesiyle olan ilişkisini incelemektir.
Gereç ve Yöntem
Bu gözlemsel çalışma hem retrospektif hem de kesitsel bileşenleri içermektedir. 1 Mayıs 2024-1 Şubat 2025 tarihleri arasında İstanbul’daki iki üçüncü basamak hastanede (Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi) çalışan 18-65 yaş arası hemşireler değerlendirilmiştir. Toplam 488 katılımcı incelenmiş olup, bunlardan 233’üne RLS tanısı konulmuştur.
Bulgular
Katılımcıların %47,7’sinde (n=233) RLS tespit edilmiştir. Şiddetli RLS grubundaki bireylerin diğer gruplara kıyasla daha sık doktora başvurduğu belirlenmiştir (p<0,003). Hastalık şiddeti ile tiroid uyarıcı hormon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Hastalık başlangıç yaşının artması, hastalık şiddetinde azalma ile ilişkili bulunmuştur. Aile öyküsünün olmaması, hastalık şiddetini azaltan bir diğer faktör olarak saptanmıştır. Kronik hastalığı olan bireylerde hastalık başlangıç yaşı ortalama 5,4 birim (güven aralığı: 3,0-7,8) daha ileri yaşta bulunmuştur. Ayrıca, alkol kullanmayan bireylerde hastalık başlangıç yaşının daha yüksek olduğu gözlenmiştir.
Sonuç
Hastalık şiddeti ve başlangıcı üzerinde etkili olan faktörler arasında hastalık başlangıç yaşı, tiroid fonksiyon bozukluğu, aile öyküsü ve alkol kullanımı yer almaktadır. Şiddetli RLS grubundaki bireylerin daha sık tıbbi yardım arayışında bulunmaları, hastalık şiddetinin artmasının sağlık hizmeti başvurularını artırabileceğini göstermektedir. Bulgular, hemşirelerde RLS’nin erken tanılanması ve risk faktörlerinin yönetimi açısından önemli bilgiler sunmaktadır.
GİRİŞ
Huzursuz bacaklar sendromu (RLS), willis-ekbom hastalığı olarak da bilinir, bacakları hareket ettirme isteği veya ihtiyacı ile karakterize edilen, anormal hisler ile kendini gösteren kronik, ilerleyici bir hareket bozukluğudur1-3. Şikayetler, akşam saatlerinde belirginleşir ve dinlenme veya hareketsiz durumlarda ortaya çıkar, yürümek ve bacakları hareket ettirmek kısmi veya tam bir rahatlama sağlar2-4. Hemşirelik personelinde RLS prevalansı yaklaşık %25 olup, sendrom aynı zamanda vardiya çalışma bozukluğu ile ilişkilidir5. Kadınlarda erkeklere göre iki kat daha yaygın olduğu bildirilmiş ve hastaların %60-90’ında uyku bozuklukları mevcuttur6. RLS’nin tanısı için özel bir test bulunmamaktadır ve tanı, ilk kez Uluslararası RLS Çalışma Grubu (IRLSSG) tarafından belirlenen tanı kriterlerine göre konur ve son olarak 2014 yılında revize edilmiştir7. RLS, toplumda oldukça yaygın ve teşhis edilmemiş bir hastalıktır. RLS, primer ve sekonder olmak üzere iki gruba ayrılır. Primer RLS, herhangi bir semptomatik nedeni olmayan idiyopatik bir durumdur. Sekonder RLS, kronik böbrek yetmezliği, diyabet, gebelik, hipertansiyon, anemi, polinöropati, Sjögren sendromu, Parkinson hastalığı (PD), konjestif kalp yetmezliği, uyku apnesi sendromu, romatoid artrit veya multipl skleroz gibi bir nedene bağlı olarak gelişir8. RLS’nin patofizyolojisi, dopaminerjik sistem bozukluğu ve demir eksikliği üzerinde yoğunlaşmış olsa da hastalığın patofizyolojisi net bir şekilde açıklığa kavuşturulamamıştır9.
Sağlık çalışanları, uzun vardiya saatleriyle yoğun stres faktörleri (psikolojik ve fizyolojik şiddet) altında çalışmakta ve sıkça çağrıya çıkmaktadırlar. Çalışmalar, vardiya sisteminin çeşitli ciddi sağlık sorunlarıyla ilişkili olabileceğini bildirmiştir10. RLS’nin uyku kalitesini düşürdüğü ve gündüz uykululuğu, uykusuzluk ve gündüz fonksiyon bozukluğuna yol açtığı gösterilmiştir11. Uyku apnesi sendromu sıklıkla RLS ile ilişkilidir12. Yeniden yapıcı uyku eksikliği, gündüz saatlerinde konsantrasyon, ruh hali ve genel bilişsel fonksiyon problemlerine yol açabilir.
RLS, uzun süre ayakta durma veya yürüme gereksinimi olan sağlık profesyonelleri için önemli bir sağlık sorunu olabilir. Uzun süreli ayakta durma, hızlı yürüme ve fiziksel aktivite ihtiyacı, RLS semptomlarının daha belirgin hale gelmesine neden olabilir. RLS’nin hemşireler için önemli bir sağlık problemi olup olmadığını anlamak, hemşirelerin bu hastalığın belirtileri ve etkileri konusunda farkındalıklarını artırmak, böylece hemşirelerin hastalara daha iyi destek sağlamalarına ve doğru yönlendirmelerine yardımcı olmak amaçlanmaktadır. Hemşirelerin RLS ile profesyonel performanslarını geliştirmelerine yardımcı olmak için etkili tedavi sağlamak hedeflenmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEMLER
Çalışma, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi, etik kurulundan onay almış (onay numarası: 2024/2024-14, tarih: 30.04.2024) ve Helsinki Deklarasyonu ilkelerine göre yapılmıştır. Çalışma retrospektif olduğundan, hastalardan bilgilendirilmiş onam alınmamıştır.
Çalışma Tasarımı ve Popülasyon
Bu gözlemsel çalışma, retrospektif ve kesitsel bileşenleri içermektedir. 1 Mayıs 2024 ile 1 Şubat 2025 tarihleri arasında Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanes Hastanesi veya Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hastanesi’nde çalışan 18-65 yaş arası tüm hemşireler değerlendirilmiştir. Toplamda 488 katılımcı değerlendirilmiş, bunlardan 233’ü RLS tanısı almıştır. RLS tanısı, 2014’te güncellenen IRLSSG kriterlerine göre konmuş ve RLS pozitif grup bu çalışmada incelenmiştir7. Ayrıca, tanı almış hastalar, IRLSSG tarafından geliştirilen şiddet ölçeği anketleri ile değerlendirilmiştir. Çalışmaya katılmaya gönüllü olmayan hemşireler ve RLS sıklığını artıran hastalıkları olanlar (diyabet, kronik böbrek yetmezliği, kronik karaciğer hastalıkları), sedatif ilaç kullananlar ve hamile kadınlar çalışmaya dahil edilmemiştir.
Bu çalışmada RLS şiddetinin sınıflandırması gerçekten de IRLSSG değerlendirme ölçeğine dayanmıştır; bu ölçek, RLS şiddetini değerlendirmede geçerliliği kanıtlanmış ve yaygın olarak kullanılan bir araçtır. Bu ölçeğe göre puanlar şu şekilde sınıflandırılmıştır: hafif (1-10), orta (11-20), şiddetli (21-30) ve çok şiddetli (31-40)13.
Çalışmaya katılan tüm gönüllülerle yüz yüze görüşme yapılmış, anketin içeriği ve amacı kendilerine açıklanmış, ayrıca çalışmanın amacı ve yöntemi hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Anket, katılımcının adı alınmadan, aynı kişi (nöroloji uzmanı) tarafından uygulanmıştır. Tüm olguların ayaktan poliklinik takipleri sırasında elde edilen demografik özellikleri, klinik bulguları ve laboratuvar sonuçları değerlendirilmiştir.
Laboratuvar Parametreleri
Tüm kan örnekleri, 8–12 saatlik açlığın ardından sabah saat 08:00–11:30 arasında antecubital venden (dirsek içi toplardamar) alınmıştır. Tiroit uyarıcı hormon (TSH), T4, vitamin B12 ve 25-OH vitamin D testleri için örnekler, Vacusera (İzmir, Türkiye) markalı jel ayırıcı biyokimya tüplerine alınmıştır. Pıhtılaşmanın ardından serum, 4000xg hızında 10 dakika santrifüj edilerek elde edilmiştir. Testler, santrifüjden sonraki 4 saat içinde, Roche Modular Analytics cobas 8000 Immunoassay Analyzer (Roche Diagnostics GmbH, Mannheim, Almanya) cihazında rutin olarak ölçülmüştür. Hemogramlar, Vacusera (İzmir, Türkiye) markalı EDTA’lı tam kan örnekleri kullanılarak, Mindray BC-6200 (Shenzhen, Çin) otomatik hematoloji analizöründe Focusing Flow-DC yöntemi ile gerçekleştirilmiştir.
İstatistiksel Analiz
Veri analizi, IBM SPSS Statistics for Windows, versiyon 26.0 (IBM Corp., Armonk, NY, ABD) programı kullanılarak yapılmıştır. Değişkenlerin normalliği, Kolmogorov-Smirnov testi, Q-Q grafikleri ve histogramlar ile değerlendirilmiştir. Sürekli değişkenler ortalama ± standart sapma ve medyan (25.-75. persentil) olarak sunulmuştur. Kategorik veriler frekans (yüzde) olarak gösterilmiştir. Kategorik değişkenler arasındaki ilişki, ki-kare testi veya Fisher’ın kesin testi ile değerlendirilmiştir. İki bağımsız grubun karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi, ikiden fazla bağımsız grup karşılaştırmasında ise Kruskal-Wallis testi kullanılmıştır. Sürekli veriler arasındaki ilişki, Spearman korelasyon testi ile analiz edilmiştir. Tek değişkenli analizlerde p<0,25 bulunan değişkenler, çok değişkenli lojistik regresyon analizi ile incelenerek RLS’nin gelişimi, şiddeti ve hastalık başlangıç yaşını etkileyen faktörler belirlenmiştir. Bağımsız değişkenler arasındaki etkileşim, varyans enflasyon faktörü kullanılarak değerlendirilmiştir. Model, yüksek korelasyon gösteren değişkenleri dışlamıştır. Verideki aykırı değerler, cook’s değerleri gösterilerek incelenmiştir. Hosmer-Lemeshow uyum istatistiği, modelin uygunluğunu değerlendirmek için kullanılmıştır. Tüm analizlerde p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
BULGULAR
Bu çalışmada, ortalama yaşı 31,1±8,0 yıl olan ve %79,1’i kadın olan 488 katılımcı değerlendirilmiştir. Çalışmada 233 katılımcıya RLS tanısı konmuş olup, prevalans %47,7 olarak bulunmuştur. RLS pozitif olguların ortalama yaşı 31,4±8,4 yıl, RLS negatif olguların ortalama yaşı ise 30,8±7,6 yıl olarak saptanmıştır. Olguların demografik özellikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,05). Değerlendirilen olguların demografik özelliklerinin karşılaştırılması Tablo 1’de sunulmuştur.
RLS gelişimine ilişkin risk faktörleri, çok değişkenli regresyon analizi ile değerlendirilmiştir. Katılımcıların cinsiyet ve kronik hastalık gibi demografik değişkenleri, RLS için bağımsız risk faktörü olarak bulunmamıştır (p>0,05). Çalışmada değerlendirilen 233 RLS olgusunun yaş aralığı 20-64 yıl, ortalama yaşı ise 31,4±8,4 yıl olarak belirlenmiştir. Olguların 193’ü (%82,8) kadındı. Hastalığın başlangıç yaşı medyan değeri 25,0 (23-29) idi. Değerlendirilen olguların demografik özelliklerinin karşılaştırılması Tablo 2’de gösterilmiştir.
RLS hastalık şiddeti [medyan (n: 233; 25-75.) persentil] hafif 31 (%13,3), orta 121 (%51,9), şiddetli 77 (%33,0) ve çok şiddetli 4 (%1,7) olarak sınıflandırılmıştır.
RLS hastalarının demografik ve klinik özellikleri ile hastalık şiddeti arasındaki ilişki analiz edilmiştir (Tablo 3). Şiddetli gruptaki hastaların, diğer gruplara kıyasla daha sık doktora başvurduğu gözlenmiştir. Post-hoc analizleri, doktor kontrol sıklığının orta ve şiddetli gruplarda farklı olduğunu göstermiştir (p<0,003). Hastalık şiddeti ile TSH düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p=0,04). Post-hoc analiz, hafif grubun orta ve şiddetli gruplardan farklı olduğunu göstermiştir. Hafif gruptaki hastaların TSH düzeyleri diğer gruplara kıyasla daha düşüktü. Hastalık şiddeti ile diğer demografik ve klinik parametreler arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0,05).
Sendromun şiddetiyle ilişkili faktörler değerlendirildi. Hastalığın geç başlangıç yaşının, hastalık şiddetini azaltan bir risk faktörü olduğu belirlendi [olasılık oranı (OO): 1,047; %95 güven aralığı (GA): 1,007–1,089, p=0,02]. Aile öyküsünün varlığı, hastalık şiddetini artıran bir risk faktörü olarak bulundu (OR: 1,808; %95 GA: 1,006-3,251; p=0,04). Hastalığın şiddeti, cinsiyet veya kronik hastalık varlığından etkilenmemiştir (Tablo 4).
Hastalığın başlangıç yaşı ile kronik hastalık varlığı arasında anlamlı bir fark bulunmuştur. Kronik hastalığı olan hastalarda hastalık başlangıç yaşı, olmayanlara göre daha yüksekti (32,0±11,3; 26,5±6,4; p=0,005). Kronik hastalık varlığı, hastalığın başlangıç yaşını 5,4 birim artırmıştır (%95 GA: 2,986-7,819; p<0,001). Alkol kullanımı ile hastalık başlangıç yaşı arasında anlamlı bir fark bulunmuştur. Alkol kullanmayan hastalarda hastalık başlangıç yaşı daha yüksek saptanmıştır (28,2±8,3; 25,3±6,2; p=0,046) (Tablo 5).
TARTIŞMA
RLS patofizyolojisi henüz tam olarak anlaşılmamıştır; ancak, merkezi sinir sistemi içinde dopamin düzeylerinde lokalize bir azalma, hiperadrenerjik bir durumu tetikleyerek önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada, 233 katılımcıya RLS tanısı konmuş olup, prevalans %47,7 olarak bulunmuştur. Hastalığın başlangıç yaşının ileri olması, hastalık şiddetinde azalma ile ilişkili bulunmuştur. Ayrıca, aile öyküsünün varlığı da hastalık şiddetini azaltan bir etmen olarak görünmektedir. Bununla birlikte, alkol kullanımı ve kronik hastalık varlığı, hastalık başlangıç yaşını etkilemiştir; alkol kullanmayan ve kronik hastalığı bulunan bireylerde, hastalık daha ileri yaşta başlamıştır. TSH düzeylerinin, hastalık şiddet grupları arasında anlamlı olarak farklı bulunması, tiroid fonksiyonlarının RLS’nin gelişimi veya ilerlemesinde rol oynayabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışma, hastalığın ilerlemesi ve şiddetini anlamada demografik, yaşam tarzı ve klinik faktörlerin önemine vurgu yapmakta; bu da gelecekteki tedavi ve yönetim stratejilerinin şekillenmesine katkı sağlayabilir.
Hemşirelerde RLS prevalansı yaklaşık %255 olarak bildirilmektedir. Bu çalışmada RLS, 233 katılımcıda tespit edilmiş olup, prevalans %47,7 idi. Bulgularımız, katılımcıların yaklaşık yarısında RLS (+) bulunduğunu ve bunların üçte birinin şiddetli veya çok şiddetli RLS’ye sahip olduğunu göstermiştir. Japonya’da kadın hemşireler ve ebeler arasında vardiya düzeni, kronotip ve RLS’nin uyku kalitesine etkisini araştıran bir çalışmada, RLS ve huzursuz bacak hareketi prevalansları sırasıyla %2,5 ve %15,514 olarak bulunmuştur. Başka bir çalışmada, RLS’nin yoğun bakım hemşirelerinde yorgunluğa katkıda bulunan önemli bir etken olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak, bazı çalışmalar yorgunluğun da RLS gelişimine katkıda bulunabileceğini öne sürmektedir. Bu iki durum arasındaki ilişki bireysel farklılıklar gösterebilir; her bir vakada farklı neden-sonuç ilişkileri olabilir15. Norveç’te Waage ve ark.16 yapılan bir çalışmada, hemşirelerde RLS prevalansı %12,4, genel prevalans ise %26,8 bulunmuş ve bu değerler önceki çalışmalardan daha yüksek çıkmıştır. Ülkeler arasındaki hemşire-hasta oranı politikalarındaki farklılıklar, iş stresi, tükenmişlik sendromu ve RLS gibi olumsuz sonuçlara neden olabilmektedir. Bu durum, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve sağlık politikalarındaki farklılıkların giderilmesiyle, hemşirelerde RLS ve ilişkili sorunların azaltılabileceğini göstermektedir. Şiddetli gruptaki hastalar, diğer gruplara göre daha sık doktora gitmiştir.
Bu bulgu, hastalık şiddetinin daha sık tıbbi müdahale veya sağlık hizmeti ihtiyacıyla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Post-hoc analizleri, orta ve şiddetli gruplar arasında doktor ziyareti sıklığında anlamlı fark olduğunu göstermiştir. Allen ve ark17, RLS hastalarının çalışmaya katılmadan önceki 3 aylık dönemdeki tıbbi başvurularını incelemişlerdir. Bu 3 aylık süreçte, birincil RLS hastalarının %57,6’sı en az bir kez birinci basamak hekimine veya pratisyen hekime başvurmuş olup, bu başvuruların %36,4’ü RLS ile ilişkili bulunmuştur. Buna karşılık, RLS hastalarının %64,1’i en az bir kez birinci basamak hekimine gitmiş ve bu başvuruların %44’ü RLS ile ilişkili olarak rapor edilmiştir. Ayrıca, birincil RLS hastalarının %29,8’i uzman hekim ziyaretinde bulunmuş (%31,2’si RLS ile ilgili), bu oran RLS hastalarında %36,6 olup, %37,5’i RLS ile ilişkili ziyaretlerdir. RLS’ye bağlı ilaç kullanımı ve sağlık hizmeti maliyetleri, semptom şiddetiyle anlamlı olarak ilişkili bulunmuştur17.
Sekonder RLS formunda, yani en sık görülen tipte, tabloya sıklıkla şu klinik durumlar eşlik eder: demir eksikliği, gebelik, son dönem böbrek yetmezliği (üremi), tiroid fonksiyon bozuklukları, parkinsonizm, depresyon, romatoid artrit, fibromiyalji, diyabetes mellitus ve multipl skleroz6, 18-25. Bu çalışmada, hastalık şiddeti ile TSH düzeyi arasındaki istatistiksel olarak anlamlı fark, tiroid fonksiyonları ile RLS şiddeti arasında potansiyel bir ilişki olabileceğini göstermektedir. Ancak, her iki grupta da hipotiroidi hastası bulunmamıştır. Düşük TSH düzeyleri, daha şiddetli semptomlarla ilişkili olabilir veya tiroid fonksiyon bozukluğu, RLS semptomlarının şiddetine katkıda bulunan bir etken olabilir. Post-hoc analiz, hafif grubun orta ve şiddetli gruplardan farklı olduğunu göstermiştir; bu durum TSH düzeylerinin RLS şiddetinin belirlenmesinde rol oynayabileceğini düşündürmektedir. Ahmed ve ark.26, RLS hastalarında hipotiroidi prevalansının sağlıklı kontrollere göre daha yüksek olduğunu bildirmiştir. Buna karşılık, Tan ve ark.27, tiroid hastalığı olan bireyler ile normal popülasyon arasında RLS prevalansı açısından anlamlı fark bulmamıştır. Başka bir çalışmada ise, RLS (+) hastalarda serum TSH düzeylerinin ve subklinik hipotiroidi sıklığının, RLS (-) bireylere göre anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu rapor edilmiştir28. Bu bulgular, tiroid hormonları ile dopaminerjik sistem arasındaki dengesizliğin, primer RLS gelişiminde rol oynayabileceğini düşündürmektedir. Genel olarak, bu bulgular RLS’nin klinik değerlendirmesinde tiroid fonksiyonlarının dikkate alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Parathormon (PTH), kalsiyum, fosfat veya vitamin D’den ziyade PD RLS semptomlarıyla ilişkilidir ve bu ilişki, hastanın motor semptomlarından bağımsızdır. Vitamin D, bacaklardaki huzursuzluğu hafifletebilir, bu da PD hastalarında RLS’nin patofizyolojisi ve tedavisi açısından gelecekteki olası bağlantılara işaret etmektedir. PTH’nin ağrı algısının düzenlenmesinde rol oynadığı düşünülmekte olup, hiperparatiroidizm üzerine yapılan çalışmalarda, yüksek PTH düzeylerinin RLS semptomlarını artırabileceği veya başlatabileceği gösterilmiştir29. Tiroid disfonksiyonunun klinik olarak saptanması ve tedavi edilmesi kolay olduğundan, bu durum RLS Bu çalışmada ayrıca sendromun şiddetiyle ilişkili faktörler de değerlendirilmiştir.
Hastalığın geç başlangıç yaşı, hastalık şiddetini azaltan bir risk faktörü olarak saptanmıştır. Aile öyküsünün olmaması, hastalık şiddetini azaltan bir başka faktör olarak bulunmuştur. Cinsiyet ve kronik hastalık varlığı, hastalık şiddeti açısından bağımsız risk faktörleri değildir. Kronik hastalığı olan bireylerde, hastalık başlangıç yaşı daha ileri bulunmuştur. Kronik hastalık varlığı, hastalığın başlangıç yaşını 5,4 birim artırmıştır. Alkol kullanımı ile hastalık başlangıç yaşı arasında anlamlı fark bulunmuş; alkol kullanmayan bireylerde hastalık daha geç yaşta başlamıştır. Geng ve ark.28, RLS ve sağlıklı gruplar arasında yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, sigara ve alkol kullanımı açısından anlamlı fark bulmamıştır. Sekonder RLS formunda, başlangıç yaşı geç, seyir ise daha hızlıdır30-32. Alkol detoksifikasyonu sürecindeki hastaların %22’sinde RLS görülmektedir. Opioid detoksifikasyonu sırasında RLS, alkol detoksifikasyonuna kıyasla daha şiddetli seyretmektedir3, 33.
Çalışmanın Kısıtlılıkları
Bu çalışmanın birkaç sınırlaması vardır. İlk olarak, geriye dönük ve anket temelli tasarım, mevcut kayıtlara ve katılımcıların hatırlamalarına dayanıyordu; bu da bilgi ve hatırlama yanlılıklarına yol açabilir ve bildirilen semptomların ve maruziyetlerin doğruluğunu etkileyebilir.
İkinci olarak, çalışma yalnızca İstanbul'daki iki üçüncül hastanede yapılmış ve katılım gönüllüydü, bu da seçim yanlılığına neden olabilir ve bulguların diğer bölgelerde veya sağlık kurumlarında genelleştirilebilirliğini sınırlayabilir. Üçüncü olarak, çok değişkenli analizler kullanılmış olmasına rağmen, demir düzeyleri, iş stresi veya yaşam tarzı değişkenleri gibi ölçülmeyen faktörlerden kaynaklanan kalıntı karışıklıkların dışlanması mümkün değildir. Son olarak, gözlemsel bir çalışma olduğundan, yalnızca ilişkiler çıkarılabilir, nedensel ilişkiler çıkarılamaz.
SONUÇ
RLS, klinik değerlendirmede göz ardı edilmemesi gereken nörolojik bir duyusal-motor bozukluktur. Hastalığın başlangıç yaşı, tiroid fonksiyon bozukluğu, aile öyküsü ve alkol kullanımı gibi belirli faktörlerin, hastalığın şiddetini ve başlangıcını etkilediği bulunmuştur. Bulgular, şiddetli gruptaki hastaların, hafif veya orta gruptaki hastalara kıyasla daha sık doktora başvurduğunu göstermektedir. Bu durum, hastalık şiddetinin daha sık tıbbi müdahalelere veya endişelere yol açabileceğini düşündürmektedir. RLS tanısı önceden konmuş hastalarda, tiroid fonksiyon parametrelerinin değerlendirilmesi gerektiği, hipotiroidi ve/veya hipertiroidi durumunun belirlenmesi önemlidir. Tiroid fonksiyon bozukluğu olan bireylerde RLS’ye daha fazla dikkat edilmesi, bu sendromun önlenmesi veya tedavi edilmesi açısından önemlidir. Tiroid bezi hastalıklarında, dopamin seviyeleri dengesizleşebilir ve bu da RLS’yi tetikleyebilir. Bu testler, düşük maliyetli, yaygın olarak bulunan ve tüm sağlık kurumlarında, birincil bakım dahil olmak üzere yapılabilecek umut verici parametrelerdir.


