ÖZ
Amaç
Koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) pandemisi, pandeminin sona ermesinden sonraki döneme kadar uzanan yaygın psikolojik strese neden olmuştur. Ancak, Türkiye’deki klinik bakım ortamlarında hastalar ve yakınları arasındaki uzun dönemli psikolojik sonuçlara ilişkin veriler sınırlıdır. Bu çalışma, 2024-2025 yılları arasında bir jinekoloji kliniğine başvuran bireylerde psikolojik stres yaygınlığını ve ilişkili faktörleri değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntem
Kesitsel tasarıma sahip bu araştırmada, yapılandırılmış yüz yüze anket yöntemiyle 528 erişkin bireyden veri toplanmıştır. Psikolojik stres, COVID-19 peritravmatik stres indeksinin Türkçe geçerli ve güvenilir formu kullanılarak değerlendirilmiştir. Katılımcıların sosyo-demografik özellikleri kaydedilmiştir. Veriler tanımlayıcı istatistiklerle özetlenmiş; psikolojik stres ile ilişkili faktörleri belirlemek amacıyla tek değişkenli ve çok değişkenli lojistik regresyon analizleri yapılmıştır. Bulgular orman grafikleri ile görselleştirilmiştir.
Bulgular
Katılımcıların %47’si ciddi düzeyde psikolojik stres bildirmiştir. Kadınların psikolojik stres yaşama olasılığı erkeklere göre anlamlı düzeyde yüksektir [düzeltilmiş olasılık oranları (OR): 2,82; %95 güven aralığı (GA): 1,66-4,78]. Bekar olmak (OR: 1,92; %95 GA: 1,03-3,58), kiralık veya misafir konutlarda yaşamak (OR: 3,87; %95 GA: 1,58-9,49) ve işsiz olmak (OR: 0,37; %95 GA: 0,24-0,92) diğer anlamlı belirleyiciler olarak saptanmıştır. Eğitim düzeyi ve gelir seviyesi, düzeltilmiş modelde psikolojik stres ile anlamlı ilişki göstermemiştir.
Sonuç
Pandemi sonrası dönemde, Türkiye’de sağlık hizmeti arayışında olan bireyler arasında psikolojik stres yaygınlığını sürdürmektedir. Kadınlar, işsiz bireyler ve güvencesiz barınma koşullarında yaşayanlar başta olmak üzere risk altındaki gruplara yönelik bütüncül ruh sağlığı müdahalelerine acil ihtiyaç vardır. Psikososyal destek hizmetlerinin genel sağlık hizmetlerine entegre edilmesi, pandeminin süregelen psikolojik etkilerinin azaltılmasına katkı sağlayabilir.
GİRİŞ
2019 yılının sonlarında Çin’de ortaya çıkan koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) pandemisi, kısa sürede küresel bir halk sağlığı krizine dönüşerek dünya genelinde milyonlarca insanı etkilemiştir. COVID-19’un yalnızca fiziksel sağlık üzerindeki etkileri değil, aynı zamanda ruh sağlığı ve psikolojik dayanıklılık üzerindeki olumsuz sonuçları da küresel ölçekte derin bir endişe kaynağı olmuştur1, 2.
Viral bulaşmayı azaltmak amacıyla uygulanan sokağa çıkma kısıtlamaları, sosyal mesafe önlemleri ve karantina gibi halk sağlığı tedbirleri, her ne kadar gerekli olsa da, günlük yaşamı ciddi biçimde kesintiye uğratmış; anksiyete, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu belirtilerinde artışa neden olmuştur3-5.
Artan sayıda kanıt, pandeminin ve buna bağlı kısıtlayıcı önlemlerin olumsuz psikolojik sonuçlarını vurgulamaktadır. Bu sonuçlar arasında duygusal dengesizlik, irritabilite, uykusuzluk, öfke ve duygusal tükenmişlik yer almaktadır6-10. Uzun süreli karantina, enfeksiyon korkusu, sosyal izolasyon, ekonomik güvensizlik ve damgalanma gibi faktörler, ruhsal durumun bozulmasıyla tutarlı biçimde ilişkilendirilmiştir11. Ayrıca etnik köken, eğitim düzeyi, istihdam durumu ve ikamet biçimi gibi sosyo-demografik değişkenlerin de pandeminin psikolojik etkilerinde önemli belirleyiciler olduğu gösterilmiştir12-15.
Türkiye’de COVID-19’un psikolojik etkisi, özellikle özel sağlık kuruluşlarına başvuran hasta ve yakınları arasında belirgin düzeyde hissedilmiştir. Bu gruplarda sağlık sonuçlarına ilişkin belirsizlik ve sağlık hizmetlerine erişim zorlukları, stres ve anksiyeteyi daha da artırabilmektedir. Uluslararası çok merkezli çalışmalar farklı toplumlarda pandemiye bağlı psikolojik stresleri değerlendirmiş olsa da16-18, Türkiye’de özel sağlık kuruluşları bağlamında yapılan araştırmalar sınırlıdır.
COVID-19 artık kamuoyu ve medya gündeminde önceki kadar yer almamakla birlikte, birçok birey pandemiye bağlı kalıcı psikolojik stres yaşamaya devam etmektedir. Şekil 1 COVID-19 olgu eğilimlerini göstermektedir; ancak 2024 yılından sonra ulusal düzeyde güncel veri paylaşılmamıştır19-22.
Ülkeler arasındaki pandemi yanıtları ve sosyo-kültürel farklılıklar göz önüne alındığında, yerel psikolojik tepkilerin anlaşılması, hedefe yönelik ruh sağlığı müdahalelerinin geliştirilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Bu çalışma, Türkiye’de özel bir klinikte takip edilen hasta ve yakınlarında, pandemi sonrası dönemde psikolojik stresinin yaygınlığını ve şiddetini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Elde edilen bulguların, COVID-19’un özel sağlık kurumlarındaki devam eden psikosoyal etkilerine ışık tutması beklenmektedir.
GEREÇ VE YÖNTEMLER
Olgu Seçimi ve Tanımı
Ocak 2024-Ocak 2025 tarihleri arasında Türkiye’deki özel bir jinekoloji kliniğine başvuran 528 hasta ve refakatçisiyle yüz yüze anket uygulanmıştır. Çalışma popülasyonu 18 yaş ve üzerindeki yetişkinlerden oluşmuştur. Katılımcılar başvuru sırasına göre, ziyaret nedenine bakılmaksızın ardışık olarak dahil edilmiştir.
Bu çalışma olasılıksız örnekleme yöntemi kullanılarak yürütülmüştür. Gruplar arasındaki psikolojik stres prevalans farkına dayalı olarak yapılan post-hoc güç analizi sonucunda, anlamlılık düzeyi α: 0,05 iken istatistiksel güç (1-β) 0,999 bulunmuştur. Bu yüksek güç değeri, örneklem büyüklüğünün orta etki büyüklüğündeki farkları saptamak için fazlasıyla yeterli olduğunu göstermektedir (Cohen’s w ≈ 0,30).
Veri Toplama Aracı
Veriler, eğitimli araştırma personeli tarafından uygulanan yapılandırılmış yüz yüze anket aracılığıyla toplanmıştır. Anket iki bölümden oluşmuştur:
Bölüm 1 katılımcının sosyo-demografik özellikleri (cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi, medeni durum, ikamet tipi, hane geliri, istihdam durumu ve sağlık çalışanı olup olmadığı).
Bölüm 2 Qiu ve ark.23 tarafından geliştirilen ve Türkçe geçerlemesi Kocaay ve ark.24 tarafından yapılan COVID-19 Peritravmatik Stres İndeksi (CPDI).
CPDI, son bir hafta içinde deneyimlenen anksiyete, depresyon, fobi, bilişsel değişiklik, kaçınma, kompulsif davranış, fiziksel semptomlar ve sosyal işlevsellikte bozulma gibi belirtileri değerlendiren, 5’li Likert tipi (hiçbir zaman-her zaman) 24 maddeden oluşan bir özbildirim ölçeğidir.
Toplam puan 0-100 arasında değişmekte olup, 28-51 puan arası hafif–orta düzeyde, ≥52 puan şiddetli psikolojik stres olarak değerlendirilir23. Ölçek, 11. Uluslararası Hastalık Sınıflaması’nın stresle ilişkili bozukluklar ve özgül fobi tanı ölçütleri temel alınarak geliştirilmiş, klinik geçerlilik açısından ruh sağlığı uzmanları tarafından gözden geçirilmiştir.
Yüzey geçerliliği için 10 katılımcı üzerinde pilot çalışma yapılmış, iç tutarlılığı değerlendirmek amacıyla ek 10 katılımcı dahil edilmiştir. Cronbach alfa değerleri sırasıyla 0,824 ve 0,925 olup, ölçeğin çalışmadaki iç güvenilirliğinin iyi ila mükemmel düzeyde olduğunu göstermektedir.
Teknik Bilgiler
Veri toplama süreci Ocak 2024-Ocak 2025 arasında gerçekleştirilmiştir. Katılımcılardan yazılı onam alınmış, anket gizlilik sağlanarak bire bir ortamda uygulanmıştır. Katılımcılardan son bir haftadaki deneyimlerini temel alarak yanıt vermeleri istenmiştir.
Özel klinikte başvuran kişilerden 528’i anketi tamamlamış ve yanıt oranı yaklaşık %65 olmuştur. Klinik çoğunlukla kadın hastalara hizmet verse de, kadın hastaların erkek refakatçilerine kıyasla daha yüksek reddetme oranı göstermesi nedeniyle erkek katılımcı oranı daha fazladır. Tüm yanıtlar analiz öncesinde anonimleştirilmiştir.
Çalışma için T.C. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’ndan onay alınmıştır (karar no: 107/35, karar tarihi: 22.03.2021).
İstatistiksel Analiz
Demografik veriler ve CPDI skorları tanımlayıcı istatistiklerle (frekans, yüzde, ortalama, standart sapma) özetlenmiştir.
Psikolojik stres (bağımlı değişken) ile yaş, cinsiyet, eğitim ve istihdam durumu (bağımsız değişkenler) arasındaki ilişkiler tek değişkenli lojistik regresyon analizleriyle incelenmiştir. Ham olasılık oranları (OR) ve %95 güven aralıkları (GA) raporlanmıştır. Ardından yaş, cinsiyet, medeni durum, ikamet tipi, eğitim düzeyi, istihdam durumu ve gelir değişkenlerini içeren çok değişkenli modeller kurulmuştur.
Eğitim düzeyi kategorileri çoklu doğrusal bağlantıyı önlemek amacıyla iki grupta birleştirilmiştir: (1) ilköğretim-ortaöğretim, (2) yükseköğretim. Bulgular, orman grafiği (forest plot) ile görselleştirilmiştir. Analizler IBM SPSS 26,0 ve R yazılımları kullanılarak yapılmıştır.
BULGULAR
Toplam 528 katılımcı çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcıların %58,1’i erkek, %81,4’ü evli, %93,0’ı kendi evinde yaşayan, %62,1’i ortaöğretim mezunu, %61,0’ı çalışan, %71,8’i orta-yüksek gelir düzeyinde ve %11,0’i sağlık çalışanıdır (Tablo 1).
COVID-19 ile ilişkili psikolojik stres prevalansı Tablo 2’de özetlenmiştir. Kadınlarda stres oranı (%62,0), erkeklere göre (%36,2) anlamlı derecede yüksektir. Kendi evinde yaşayanlarda stres oranı %44,4 iken, kirada veya misafir olarak yaşayanlarda bu oran %81,1’dir. Bekar bireylerde (%66,3) evlilere (%42,6) kıyasla stres düzeyi daha yüksektir. İlköğretim/ortaöğretim mezunlarında (%57,4), yükseköğretim mezunlarına (%41,1) göre daha fazla stres bildirilmiştir. İşsiz bireylerde (%62,1) psikolojik stres, çalışanlara (%37,3) göre anlamlı derecede yüksektir.
Çok değişkenli analiz sonuçları Tablo 3’te sunulmuştur. Kadın cinsiyet (aOR: 2,82, %95 GA: 1,66-4,78, p<0,001), bekar olma durumu (aOR: 1,92, %95 GA: 1,03-3,58, p=0,038), kirada veya misafir olarak yaşama (aOR: 3,87, %95 GA: 1,58-9,49, p=0,003) ve işsizlik (aOR: 0,37, %95 GA: 0,24-0,92, p=0,015) anlamlı yordayıcılar olarak saptanmıştır.
Eğitim düzeyi ve gelir grubu anlamlı bulunmamıştır (p>0,05). Şekil 2’de, psikolojik stres ile ilişkili sosyo-demografik değişkenlerin ayarlanmış OR ve %95 GA’ları gösterilmektedir.
TARTIŞMA
Bu çalışma, COVID-19 pandemisinin psikolojik sonuçlarının akut döneminin ötesinde de devam ettiğini ortaya koyan literatüre katkı sağlamaktadır. Türkiye’de özel bir jinekoloji kliniğine başvuran hasta ve yakınlarının neredeyse yarısında (%47) CPDI’ya göre şiddetli psikolojik stres saptanmıştır. Bu durum, pandeminin psikolojik yükünün birçok bireyde halen tam olarak çözümlenmediğini göstermektedir.
Çalışmamızın bulguları, pandeminin erken dönemlerinde yapılan uluslararası araştırmalarla paralellik göstermektedir. Örneğin; Qiu ve ark.23, Çin’de katılımcıların %35’inde orta-şiddetli psikolojik stres bildirmiştir. Benzer şekilde Wang ve ark.25 bu oranın %50’nin üzerinde olduğunu saptamıştır. Çalışmamız 2024-2025 yıllarında, pandeminin zirve döneminden birkaç yıl sonra yürütülmesine rağmen, psikolojik stresinin halen yüksek düzeyde devam ettiği görülmektedir.
Ulusal düzeydeki verilerle karşılaştırıldığında, bulgularımız aynı derecede anlamlıdır. Pandemi sırasında yapılan ilk Türk çalışmalarından birinde, Özdin ve Bayrak Özdin17, katılımcıların %45,1’inin anksiyete belirtileri, %23,6’sının ise depresyon belirtileri bildirdiğini bulmuşlardır26, 27. Bizim stres oranlarımız daha da yüksek, bu da örneğin klinik doğası ve Türkiye’deki devam eden ekonomik zorluklardan, enflasyon, sağlık sistemi üzerindeki baskılar ve yeni virüs varyantları ile ilgili devam eden korkular ve sağlık hizmetlerine erişim gibi faktörlerden kaynaklanıyor olabilir.
Cinsiyet, en güçlü yordayıcılardan biri olarak öne çıkmıştır. Kadınların psikolojik stres yaşama olasılığı erkeklere kıyasla yaklaşık üç kat daha fazladır (aOR: 2,82). Bu bulgu, kadınların bakım yükü, istihdam güvencesizliği ve ev içi şiddet gibi etmenler nedeniyle pandemiden orantısız biçimde etkilendiğini ortaya koyan ulusal ve uluslararası çalışmalarla tutarlıdır17, 27-30.
İstihdam durumu da ruh sağlığı üzerinde belirgin etkiye sahiptir. İşsiz bireyler, çalışanlara göre anlamlı düzeyde daha fazla psikolojik stres yaşamaktadır. Bu sonuç, işsizlik ve ekonomik güvencesizliğin pandemi döneminde anksiyete ve depresyon riskini artırdığını gösteren küresel meta-analizlerle uyumludur8, 28, 29.
Konut durumu da önemli bir değişkendir. Kendi evinde yaşayan bireylerde stres düzeyi, kirada veya misafir olarak yaşayanlara göre anlamlı şekilde düşüktür. Konut istikrarının, güvenlik ve kontrol duygusunu artırarak ruh sağlığı açısından koruyucu bir rol oynadığı düşünülmektedir30.
Eğitim düzeyinin anlamlı bir yordayıcı olmaması, pandemi sonrası dönemde yapısal kırılganlıkların (örneğin; işsizlik, barınma güvencesizliği, medeni durum) psikolojik sağlık üzerinde daha belirleyici hale geldiğini düşündürmektedir31, 32.
Pandemiye bağlı psikolojik belirtilerin uzun süreli kalıcılığı dikkat çekicidir. Yeni çalışmalar, daha önce psikiyatrik öyküsü olmayan bireylerde dahi kronikleşebilen bir stres sürecine işaret etmektedir33. Vindegaard ve Benros4, enfeksiyon oranları azalsa bile ruh sağlığı izleminin sürdürülmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Bu çalışma, Türkiye’de özel sağlık kurumlarında psikolojik destek ihtiyacının sürdüğünü göstermektedir. Özellikle jinekolojik ve üreme sağlığı alanında hizmet veren kliniklerin, duygusal olarak hassas hasta gruplarına erişim açısından önemli bir fırsat sunduğu düşünülmektedir.
Pandeminin toplum gündeminden düşmesine rağmen bireylerde kalıcı ruhsal etkiler bıraktığı görülmektedir. 2024 sonrasında ulusal düzeyde veri eksikliği, uzun dönem psikolojik sonuçların kapsamlı şekilde izlenmesini güçleştirmiştir. Çalışmamız, katılımcıların yaklaşık yarısında ciddi psikolojik stresinin devam ettiğini göstererek bu konuda sürekli ruh sağlığı taraması ve destek hizmetlerinin zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.
Çalışmanın Kısıtlılıkları
Bu çalışmanın bulguları yorumlanırken dikkate alınması gereken birkaç kısıtlılık bulunmaktadır.
Birincisi, araştırma tek bir klinik ortamında yürütülmüştür; bu durum, elde edilen sonuçların genel popülasyona genellenebilirliğini sınırlayabilir. Örneklem hem hastaları hem de refakatçilerini içerse de, bulgular sağlık sistemine halihazırda dahil olan bireyleri yansıtmaktadır ve sağlık hizmetine başvurmayan kişilerin deneyimlerini temsil etmeyebilir.
İkincisi, çalışmanın kesitsel tasarımı nedensel çıkarımlar yapılmasına veya psikolojik stres düzeylerindeki zaman içindeki değişimlerin değerlendirilmesine olanak tanımamaktadır. Pandemi sonrası dönemde psikolojik belirtilerin kalıcılığını veya evrimini değerlendirmek için uzunlamasına izlem çalışmaları gereklidir.
Üçüncüsü, araştırmanın bulguları olasılıksız örnekleme yöntemine dayanmaktadır. Bu yöntem, araştırma hedeflerine uygunluğu ve uygulanabilirliği nedeniyle tercih edilmiş olsa da, sonuçların istatistiksel olarak tüm hedef popülasyona genellenebilirliğini sınırlamaktadır. Bu kısıtın, çalışmanın sonuçlarının yorumlanmasında dikkate alınması gerekmektedir.
Dördüncüsü, özellikle CPDI ölçeği açısından, özbildirim esaslı verilerin kullanımı yanıt yanlılığına (örneğin; sosyal beğenirlik veya hatırlama yanlılığına) neden olabilir. Ölçek iyi bir iç tutarlılık göstermiş olsa da, klinik tanının yerini almamaktadır ve yapılandırılmış psikiyatrik görüşme yapılmamıştır.
Beşincisi, 2024 sonrasında güncel ulusal COVID-19 verilerine erişilememiştir. Bu nedenle, elde edilen bulguların mevcut epidemiyolojik eğilimlerle ilişkilendirilmesi sınırlıdır. Dolayısıyla devam eden pandemi kaynaklı psikolojik stres, olgu sayılarından ziyade artık sosyo-ekonomik ve duygusal etkilerle ilişkili olabilir.
Son olarak, önceki psikiyatrik öykü, sosyal destek düzeyi veya aşılanma durumu gibi potansiyel olarak önemli bazı değişkenler değerlendirilmemiştir. Bu değişkenlerin dahil edilmesi, psikolojik stres belirleyicilerinin analizini daha da zenginleştirebilirdi.
SONUÇ
COVID-19 pandemisinin psikolojik yükü, Türkiye’de özel sağlık kurumlarına başvuran hasta ve refakatçiler arasında halen belirgin düzeydedir. Özellikle kadınlar, işsiz bireyler ve barınma güvencesi düşük olan gruplar, yüksek risk altındadır.
Pandemi sonrası dönemde, halk sağlığı politikalarının yalnızca fiziksel sağlık değil, psikososyal iyilik halini de kapsayacak biçimde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Kadınlar ve ekonomik açıdan kırılgan gruplar için hedefe yönelik psikososyal destek programlarının geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Gelecekteki araştırmaların, uzun dönem psikolojik sonuçları ve kamu-özel sağlık sistemleri arasındaki köprüleyici müdahale stratejilerini değerlendirmesi önerilmektedir.


